M.Ö 547’den M.Ö 334’e kadar bölgenin egemeni yani ilçemizde hâkimiyet sahibi olanlar Perslerdir. Pers uygarlığı daha sonraki uygarlıkları da etkilemiştir. İlçe merkezinin kuzeydoğusunda Eşme yolu açılırken bulunan mezar steni Pers etkisini taşımaktadır ve üzerinde Pers ismi vardır. Mezar taşı Helenistik stil ve üslubuyla yapılmış olup, Helenistik öncesi uygarlığın Varolucuğunu ve etkilendiğini göstermektedir. Güney, M.Ö 334 yılında İskender tarafından egemenlik altına alınmıştır. İskender’in ölümüyle açılan Helenistik dönem ile ilgili birçok buluntu bulunmuştur. Özellikle bu devreye ait işlenmiş taşlar, o zaman basılmış sikkeler bilgi vermektedir. Bu dönem birbirinden çok farklı ve karışık toplulukların, onların uygarlıklarını birbiriyle karıştırarak yeni bir potada yeni bir uygarlık oluştuğu dönemdir. Uygarlıkların birbirini etkilemesi dönemidir. M.Ö 323 yılında İken liderin ölümü üzerine generallerinden Antikonos’un yönetimindeki bölgenin içinde kaldı Güney. İskender’in generalleri arasındaki savaş ve kargaşa süreklidir. M.Ö 306’da kendisine kral unvanını verdi. 301’de İpsos’ta oğlu ile birlikte yenilince kendini öldürdü. Oğlu Demetrios direndiyse de galipler arsayı paylaştılar. Güney 281’e kadar bazen koalisyonun bazen de Demetrios’un yönetiminde kaldı. 283’de Demetrios’un Lysimakhos’a, onun da 281’de Manisa’da Seleikosa yenilmesiyle Güney’in hâkimi Sereikos oldu. Kereinos 280’de Sereikos’u öldürdü. Seleikos’un oğlu Antakos ve Demetrios’un oğlu Antigonos arasında 279’dan 277’ye kadar süren savaş sonunda varılan anlaşma sonucu Güney’in egemenliğini Seleikos’un oğlu Antiokos oldu ve bu soy Seleikoslar adıyla monarşik bir devlet kurdular. M.Ö 189 yılında son Seleikos kralı Antiokos 3. ’ün Manisa’da Makedonya kralı Filiphos 5. ve Romalılar tarafından yenilmesi sonucu devletin varlığı sona erdi. Romalılar bölgeyi şehir devletlerine bıraktılar. Onların özgürlükleri yeniden ilan edildi. İlçemiz sınırları içinde bulunan fakat yeri kesin olarak saptanmayan Sala kenti Seleikos’lar zamanında önemli bir merkez haline gelmiş olabilir. Sala-Salakon-Salakos-Seleikos sözcüklerindeki çağrışım böyle bir ihtimali akla getirmektedir. Antik belgelerden Salenun, Gerekçe olarakta (CANHON) olarak saptanmıştır. Sala için basılmış bir bronz sikkeden kentin yöneticisiyle arkaüzümde kentin adı yazıtı ve amblemi olan asma yaprağı ve üzüm salkımı bulunmaktadır. Sikkenin Roma döneminde M.Ö 2. ya da 1. yy’da basıldığı tahmin edilmektedir. Ayrıca gerek ilçemizin kuzeydoğusunda bulunan eski yerleşim yerinde, gerekse aşağı çeşme höyüğünde yerleşimin devamlılığını vurgulayan Lydia ve ondan sonrasına ait sikkeler bulunmuştur.
M.Ö 133’de Romalılar Bergama kralı Attalos 3’ün mirasını ele geçirdi, şehir denetimlerinin özgürlüğüne son vererek Güney dahil Batı Anadolu’ya iyice yerleştiler. Gerek hellenistik devre, gerekse Roma devrine ait mimari parçalar ve sikkeler her zaman çevrede bulunabilmektedir. M.S 50 yıllarında bölge Hıristiyanlaştı. Roma İmparatorluğunun parçalanması ile doğu roma hakimiyetine geçti. Bizans (Bizantion) 330’da Doğunun başkenti oldu. Doğu Roma İmparatorluğu, Batı Roma’nın 476’da ortadan kalkmasıyla Bizans İmparatorluğu adı altında değişik ve yeni bir devlet niteliğinde görülür. Konstantinus zamanında büyüyen ve Konstantinopolis adını alan İstanbul (Bizans) 395’te parçalanan Roma İmparatorluğu’nun doğusunun başkenti oldu. Bizans hâkimiyeti Güney’de Türklerin Anadolu’ya göçleri sonucu yurt edinmelerine dek sürer. Bu devir de 1300 yıllık bir zamana tekabül eder. Ortaçesme Köyü’nün güneybatısında bulunan mozaik, Güney’in ilçe merkezinin bugün suyunu aldığı kaynağın galerileri Bizans devrinin ilginç kültür izlerindendir. Eski yerleşim alanlarının Bizans mimari parçalarını ve Bizans sikkelerini her zaman bulundurduğunu görüyoruz. Bizans devrine ait mezar başlıkları ve onlardaki yazılar Güney ve çevresinin önemli Bizans yerleşim merkezlerinden olduğunu açıklar. Büyük Menderes nehrinin ortasından böldüğü Güney ilçe topraklarının gerek güney kısmından (Örnek olarak Cindere ve Belenardıç çevreleri), gerek kuzey kısmında Roma ve Bizans devrine ait 10’u aşkın yerleşim merkezleri yüzeysel olarak tespit edilmiştir. Buralarda o devre ait kültür kalıntılarına yüzeysel olarak da rastlanmaktadır. 1070 yıllarından sonra Anadolu’nun diğer kesimlerinde olduğu gibi ilçemiz Güney’de de Bizans egemenliği biter. Türklerin buraya egemen oluşuna kadar özellikle ilçemiz Bizanslılar ve Türkler arasında 150 yıllık ve hatta daha fazla bir süre içinde sık sık el değiştirir.
Anadolu’ya Türkler daha önceden gelmişlerdir. 11. yy yeni bir göç dalgasıyla Anadolu’ya yerleşmişler, burada çeşitli devletler kurarak 20. yy da ulus niteliğine bürünerek Türkiye’de ulusal devletlerini kurmuşlardır. Bu devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir. Anadolu’ya Türk akınları 1071 Malazgirt savaşından daha önce başlamış ve Anadolu’nun birçok yerini yağmalamışlardır. Kutlamış 13. Eylül 1049’da Pasinler ovasında Bizans ordusunu bozdu ve Türkler yüz bin kişiyi esir aldı. Anadolu’nun kapısı Türklere açıldı. Anadolu Türkmenleri 1018, daha doğrusu 1029 yılından beri sürekli akınlar düzenledikleri bir ülkedir. Akınlar Selçuklu sultanlarının buyruğu ile yapıldıkları gibi onlardan bağımsız da gerçekleştirilir. Hatta Selçuklu sultanları gibi onlardan bağımsız da gerçekleştirilir. Hatta Selçuklu sultanlarına karşın Türkmen grupları, şanslarını Anadolu’da denerler. Alplarına karşın Türkmen grupları, şanslarını Anadolu’da denerler. Alparslan’a başkaldıran Türkmen beyi Afşin, Batı Anadolu içlerine ilerler. Konya, Honaz vb. akınlara uğrayan kentler arsındadır. Ne var ki kentlerin de ele geçirilmesine karşın 1071’ den önce Türkmen şefleri köle insan, hayvan sürüleri ve değerli eşya elde etmekle yetinirler ve kış yaklaşınca Azerbaycan üstlerine geri dönerler. Bizans ordusunun varlığı yerleşmeye izin vermez. Malazgirt’ten sonra ise Türkmen şeflerinin ve Türkmen topluluklarının sürüleri ve çoluk çocuklarıyla birlikte bu kez yurt tutmak için Anadolu’ya aktıkları görünür. Türkmen grupları 1076 yılında Ege Denizi’ne ulaşırlar. 1079 yılında Ege’de İyonya Bölgesi’nde pek çok yere Türkmenler egmendir. 1073’te Kutamış oğlu Melik Mansur’un karargahı Kütahya’daydı ve Ege’ye doğru yürüyordu. 1074’te Alaşehir’i zapt eden Türkler, Adalar denizi sahilindeki Milet’e kadar uzanmışlardı. 1073-1074 yıllarında Efe kıyılarında hatta Milet’te başka Türk grupları vardı. Melikşah döneminde Güney’de dahil Anadolu’nun dörtte üçü ele geçirilmişti ve Türklerin egemenliğine girmişti. Kesin tarih verilmezse de 1077 veya 1092 yılında Anadolu’da Selçuklu devletinden ayrı bir devlet kuruldu, Anadolu Selçuklu Devleti zaten Anadolu’daki Türkler Selçuklu devletinde hiçbir zaman kesinkes bağımlı olmamışlar ve öyle hareket etmişlerdir.
İlçemiz Güney, Anadolu Selçuklu Devletiyle Bizans İmparatorluğu arasında sınır bölgesindeydi. Sık sık el değiştirdi. İlçenin, Menderes’in güneyinde kalan kısmı bir devletin, kuzeyinde kalan kısmı diğer devletin hakimiyetinde kaldı. Tümü Bizans’ın ya da Anadolu Selçuklarının elinde de bulundu. Bu el değiştirmeler tam bir kaos görünümündedir. Güney’in egemenliği değişti durdu. 1074’te Türkler, Adalar denizine uzanmışlar ve Güney’i de egemenlikleri altına almışlardı. Selçuklular bütün Ege kıyılarına yayıldılar. Güney yakınlarındaki Türlübey köyünde ve Aşağıçeşme höyüğünde Selçuklu ve Bizans sikkelerinin bir arada bulunması Güney’in bu kaos zamanındaki durumunu belirtmektedir. Sikkeler 11. yy son yarısının tarihini taşır. Bu belge Selçuklu ve Bizans devletlerinin bu tarihlerde bu bölgelerde sınır olduğunu vurgulamaktadır. Güney, kültürüne damgasını vurmuştur. Bu bölgeyi kendisine yurt edinmiştir. Yunus Emre’de zirveleşen Türkmen kültürünü yaşatmış, geliştirmiş ve Türkiye Cumhuriyetine miras bırakmıştır. Güneyli her ana, her nine, her dede, her çocuk hala Türkmeni yaşar, onu eliyle işler, onun diliyle konuşur.
20. yüzyılın başlarında Avrupa'da ekonomik yönden güçlenmiş devletler pazar, hammadde ve ucuz işgücünün çok olduğu, sömürebilecekleri dünyayı yeniden paylaşmak zorunda kalmışlardı. Zira bazılarının sömürge sahaları diğerlerinin sömürü alanlarının sınırlarını alabildiğine daraltıyordu Daha doğrusu, daha önce dünya paylaşılırken hesapta olmayan ve sonradan gelişen bazı kapitalist devletler, sömürebilecekleri bölgeler arıyor, sömürü bölgelerinden kendilerine pay almaya koyuluyorlardı. Sonuçta bu paylaşım işi sıcak savaşa dönmüştü, savaş yoluyla problem çözülmek istendi. Birinci Dünya Savaşı adını alan bu savaşta Osmanlı Devletinin toprakları da sömürge olarak paylaşılacak bölgelerindendir dünyanın. Savaşın fiilen bittiği 1918 yılından itibaren Osmanlı topraklan paylaşılmış, Yunanlılar emperyalist devletlerin maşası olarak onların tasvip ve telkinleriyle Anadolu'ya asker çıkarmışlardı. 15 Mayıs 1919. Yunanlılar İzmir’dedir, daha onlar karaya çıkarken Türk ulusu da ilk şehitlerini vermeye başlar. Adım adım Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlarlar, işgale karşı çeşitli kentlerde protesto etme, ve düşmana karşı direnmek üzere örgütler kurulur. Bu örgütlere Kuvay-ı Milliye Teşkilâtı adı verilir topluca. Kuvay-ı Milliye örgütleri kurulur ve direnme hazırlıkları girişimleri yapılırken çete teşkilâtları kurulur ve silâhlı direniş örgütleri doğar. Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe gibi efeler, bu çetelerin başlarının içinde büyük isim yapanlardır. Yunan işgali direniş sonu durur gibi görünür, 1920 senesinde Yunanlılar Anadolu içlerine tekrar ilerlemeye başlarlar. 23 Temmuz 1920. Güney Yunan işgali altındadır. Güney'in işgal edildiği sıralarda Türk ulusu ne yapacağını bilen bütün nitelikleriyle tarihin kurtuluş içîn yarattığı Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde Kurtuluş kavgasına hazır durumdaydı. Ulus olma bilincine ulaşmış, bağımsızlık ve özgürlük denen değerleri kişiliğinin ayrılmaz parçası olarak duyuyordu.
Ulusal meclis toplanmış, kurtuluş kararları alıyordu, daha işgalden birkaç gün sonra 19 Mayıs 1919'da kavga için Samsun'a çıkan M. Kemal Paşa, yanında arkadaşları, kurtuluşun plânlarını hazırlıyorlardı. Güney'liler de bu sırada Türk ulusunun öz evlâtları olarak üstlerine düşen görevin bilincinde idiler. Çoktan Güney'de Kuvay-ı Milliye teşkilâtını kurmuşlardı bile. Güney, 27 ay işgal altında kaldı, Çiftlik deresi, Tepecik, Borandere, Tolaz, Kargılık ve Aydoğdu mevkilerinde Yunan karakolları vardı, ilçemizin, Menderes'in güneyinde kalan kısmı ise Yunanlılarca işgal edilememişti. Çindere tarafında Türk çeteleri cephe kurmuşlardı. Yunanlılar 1919'da İzmir'i işgal ederek menfur emellerini gerçekleştirmek için adım adım Anadolu'nun içlerine doğru ilerlemeye başlamışlardır. Anadolu'da çeşitli kentlerde Yunanlıların işgal hareketlerini protesto etmek amacıyla Kuvay-ı Milliye Teşkilâtları kurulmaya başlamıştır. Yunan işgali Nazilli, Aydın cephelerinde Demirci Efe, Yörük Ali Efe gibi efelerin çeteleri ile durdurulmuştur. 1920 senesinde bu cepheler bozulmuş, Yunanlılar Anadolu'nun içlerine tekrar ilerlemeye başlamışlar, Güney, 23 Temmuz 1920'de Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Yunanlılar Güney'e girmeden evvel Aydoğdu köyünün harman yerinde karargâh kurmuşlardı. Yunan kumandanı, Kuvay-ı Milliye Başkanı Ejoip Efendi'ye haber göndererek kendilerini Güney'e davet etmelerini istemişlerdir. Eyüp Efendi de bu isteğe red cevabı vermiştir. Böylece Yunanlılar 23 Temmuzda ilçenin hakim tepelerinde karargâh kurmuş ve yerleşmişlerdir. Birinci yıl halka kötü muamelede bulunmamışlardır. İkinci yıl Yunanlıların çeşitli cephelerde Türk orduları karşısında hezimete uğramaları, halka karşı olan tutumlarını değiştirmiş, çeşitli işkenceler ve şen'i hıyanetler başlamıştır. Çeteler ve milis kuvvetleri Yunanlıların bu yıldırma hareketinden korkmamış, onlara daha büyük zayiatlar verdirmişlerdir. Menderes'in karşı yakasında bulunan efeler zaman zaman işgal mıntıkasına geçerek Yunan karakollarını basmak, Yunanlı askerleri ve onlarla işbirliği yapanları öldürmek, yok etme faaliyetlerini ilerletmişlerdir. Bu nedenle Yunanlılar ikinci yılda halkın seyahat ve lüzumlu hürriyetlerini tamamen kısıtlamışlardır. O zamanın yaşlı ve aklıselim kişileri olarak Eyüp Efendi'nin başkanlığında Salih Efendi, Hacı Ahmet Efendi ve Çakmak Hacı Hafız Efendilerden oluşan bir Kuvay-ı Milliye teşkilâtı kurulmuştur. Teşkilât başkanı olan Eyüp Efendi, Çal Kaymakamı Fazlı Bey ile devamlı haberleşme halindedir. Ancak haberleşme işleri Palaz Mustafa adlı şahsın aracılığı ile olmaktadır. Bir defasında Palaz Mustafa teşkilât başkanı Eyüp Efendinin mektubunu Çal Kaymakamına götürürken Yunanlılar tarafından baskına uğramış, Adıgüzeller mevkiinde şehit edilmiştir. Eşme'nin Ağabey Köyünden Nadir oğlu Molla Mustafa Bey, o taraflar ile Güney Kuvay-ı Milliye teşkilâtının haberleşmesini temin ederlerken Yunan askerleri tarafından yakalanarak öldürülmüştür. Güney'de işgal öncesi yerli Rumlar oturmaktadır. Bunlar çeşitli sanatlarda çalışırlar, işgal sırasında Yunan Kumandanına Türklerin aleyhinde gerekli bilgileri verdikleri için çeteler tarafından öldürülmüşlerdir. Öldürülme olayının tek sebebi Eyüp Efendi görüldüğünden, Yunanlılar tarafından adı geçen şahıs çeşitli işkencelere maruz kalmış, yine olayla ilgili gördükleri için Hacı Hasan, Mehmet Çopur (kolağası) ve Narlıdere'den İmam oğlu Mustafa efendiyi Uşak'a kendi mahkemelerine göndermişler, İmam oğlu Mustafa suçlu görüldüğünden Uşak'ta kurşuna dizilmiştir. Kendisine son arzusu sorulduğunda; «benim kanımın aktığı topraklarda biten otlan yiyen hayvanlar beslenecek, bunu yiyen Türk askerleri kuvvetlenecek ve çok yakında sizden intikamımı alacaklardır» demiştir. Bir yıl geçmeden Mustafa Efendinin dediği gibi Yunanlılar bozguna uğratılmış, İzmir'de denize dökülmüştür. Başkumandanlık Meydan Muharebesinde bozguna uğratılan Yunan askerleri 3.Eylül.1922 günü bir ikindi vakti Güney'den kaçmak zorunda kalmışlardır. Zaman zaman halka çok büyük kötülükleri yapan Yunanlılar bu defa da yaptıkları ile yetinmemişler, halktan, Eyüp Efendi'yi Hacı Bey'i, Emin Efendi'yi ve İbrahim Efendi'yi rehin olarak yanlarında götürmüşlerdir. Hacı Bey'i (işgal sırasında Belediye Reisidir) Dindarlı Köyü yakınlarında şehit etmişler, diğerleri ile Yunanlıların karışık durumlarından istifade ederek kaçmışlardır. Kaçanlar 5 Eylülde yurtlarına dönmüşlerdir. Yalnız yukarıda bahsedilen iki rumun öldürülmesi hadisesine adları karışan Hacı Hasan, Mehmet Çopur Atina'ya sürgüne gönderilmişler, bunlar esir mübadelesi neticesinde serbest bırakılmışlar ve yurtlarına dönmüşlerdir. Yalnız yukarıda bahsedilen iki rumun öldürülmesi hadisesine adlan kansan Hacı Hasan, Mehmet Çopur Atina'ya sürgüne gönderilmişler, bunlar esir mübadelesi neticesinde serbest bırakılmışlar ve yurtlarına dönmüşlerdir. Ömer Çallı da der ki Güney'deki çete teşkilâtının başında Yarcı Hüseyin Efe ve maiyetinde Çirkinoğlu Rıza, Karamolla Osman, Göçen Mehmet, Hacı Karahasanoğlu ve Arap Süleyman gibi 20 kişiyi aşkın çete efradı vardı. Yarcı Hüseyin, maiyetindeki efraddan bazıları ile Güney'e gelerek Nazilli cephesine asker göndermek, iaşe ve ibatesi için Malzeme tedarik ederdi. Her kazada olduğu gibi Güney'de de Müderris Eyüp Efendinin riyasetinde Kuvay-ı Milliye heyeti teşekkül etti.
Güney'de teşekkül eden Kuvay-ı Milliye heyeti Nazilli teşkilâtına bağlı olup umumi harpten dönen askerleri sevk etmek, askerî mühimmat ve teçhizat temin etmek suretiyle hizmet ederlerdi. Hacı Eyüpzade Mustafa Efendi, Güney'i temsilen murahhas olarak Nazilli'de yapılan toplantılara iştirak ediyordu. Yarcı Hüseyin Efe, yanında bulunan 20 kişilik zeybeklerle Demirci Mehmet Efe'nin maiyetinde Güney'i temsil ediyordu. Yunanlılar Aydın cephesini bozduktan sonra Güney'e doğru gelmekte iken Güney'den kısmen hicret başlamıştı. Yunanlıların ilk gelişte halka karşı iyi davrandığı öğrenildi ve geri dönüldü. Yunanlılar Menderes nehrini takiben işgalini devam ettiriyordu. Menderes'in Çindere tarafında ise Türk çeteleri vardı. Yunanlılar Güney'de karargâh kurmuştu, alay otururdu. Karamollalar'ın ve Taşçılar'in evlerinde kumandanları, istedikleri evlerde askerleri otururdu... Karamolla o sıra On çete efradı olup Yunanlılar gelmezden önce hicret etmiş, Doğanlı Köyünde evlenmiş, Gözler Köyünde karakol komutanlığı yapıyordu... Sarıca Mustafa Efe başkanlığında teşekkül eden çete teşkilâtı, Çindere tarafında cephe kurmuştu, bunlar Güney'in arazilerini karış karış bildiklerinden Yunan karakollarına geceleri baskın yapmak suretiyle Yunanlılara mühim zayiat verdirirlerdi, askerlerini öldürürlerdi... Güney'de Ateş Hasan ve Rodoslu Salih adında iki şahıs Yunanlılarla ilişki kurdular, Yunan emeline hizmet ettiklerinden Yunancı olarak şöhret kazanmışlardı. Ateş Hasan cahil olmasına rağmen Yunanlıların desteğiyle Belediye Reisi olmuştur. Yunanlılar kaçarken Rodoslu Salih, memleketi olan Rodos'a kaçtı, Ateş Hasan ise Atina'dan dönen Kolağası Mehmet tarafından kendi çadır evinde öldürüldü... Çiftlik Deresi, Tepecik, Borandere, Tolaz, Kargılık, Aydoğdu mevkilerinde Yunan karakolları vardı... Yunanlıların Güney’de işgali devam ettiği müddetçe Güney'lilere yaptığı işkence ve mezalimin bazılarını dile getiriyoruz: Mahalle muhtarları marifetiyle her mahalleden her gün 50'şer kişi toplattırılarak istihkâm kazmak ve işlerde çalıştırılmak için mecburi angaryaya tabi tutulmuştur. Kasabadan dışarı çıkmak, bağ ve bahçesine, tarlasına gitmek vesikaya bağlanmıştır, vesika vermek için bir yumurtaya kadar rüşvet almaya tenezzül ederlerdi. Geceleri dışarı çıkmak yasaktı, devriye gezerlerdi. Cindere tarafında bulunan Türk çeteleri basında Güney'li Sanca Mustafa ve Güney zeybekleri vardı, bunlar Güney'in topraklarını karış karış bildiklerinden Yunanlıların karakolunu basar ve Yunan askerlerinden üç-beşini öldürerek geri dönerlerdi. Yunanlılar acısını Güneylilere mezalim yaparak çıkartırlardı. İstediği evlere oturabilirlerdi, kira diye bir şey yoktu. Hiç yoktan çok kişileri karakola götürerek dayak atar ve işkence ederlerdi. Kuvav-ı Milliyede çetelik yapan Sağırca Hacı Hafız oğlu Hacı Hafız'ı «silâh var» diyerek Ateş Hasan, Yunanlılara ihbar etmiştir... Bir zalim tarafından boynuna ip geçirilerek, bir iple çarşının caddelerinde dolaştırıldı, çarşının ortasında meydan dayağı atıldı, yürüyemez hale gelinceye kadar dövüldü ve işkence yapıldı. Alenen günlerce devam eden bu işkenceye Güney halkının seyretmekten başka elinden gelen bir şey yoktu. Bakkalları istediği mallan bulmaya ve dükkânlarında bulundurmaya mecbur tutmuşlardır. Gitmelerine yakın, kasaba halkını eski hükümet konağı önünde toplayarak, gençlerin cephe gerisinde çalıştırılması için askere alacaklarını, nahiye müdürü tarafımdan iradı edilen nutukla ilân etmişlerdir. Güney'den ayrılırken korkularımdan nâşai terhin olarak müderris Eyüp Efendi ve Hafız Emin Efendi, Belediye Reisi Hacı Bey ve başkalarını yanlarında götürmüşlerdir. Alaşehir yolu üzerinde Buldan'in Kadıköy civanında Yunan askerlerinin tavrı hareketine karşı gelen Hacı Bey'i şehit etmişlerdir. Olduğu yere gömülen Hacı Bey'in naaşı, bilahare karşıdaki tepeye nakledilmiştir. Yunan askerleri Büyük Taarruz sırasında Güney'den ayrılırken Kanlı Göl tepesine top yerleştirerek Çindere köyünü sürekli top ateşine tutar. Uşak'lı İbrahim Bey müfrerezesi Güney'den geçerek Güneyköy civarındaki köprüyü tahrip eder, Eziler köyünün Çayırlıkuyu mevkiinde Yunan askerleriyle karşılaşan bu müfreze arasında girişilen çarpışmada karşılıklı kayıplar verilir. Şehit düşen Türk askerleri, o yerdeki kabristana defnedilmiştir. Türk süvarileri 3.Eylül.l922 günü Gözler yolundan Güney'e girer, Güney halkı büyük bir sevinçle askerleri ve efeleri karşılar. 27 aylık Yunan işgali sona erer, bir daha kaybetmemek üzere özgürlük ve bağımsızlığını kazanır. Her yıl 3 Eylül'ler kurtuluş günü olarak kutlanır. İlçenin kurtuluşu temsilen canlandırılır, halkın çektiği acı ve ızdıraplar, görülen baskılar, gösterilen kahramanlıklar sergilenir. İlçe halkının özgürlüğüne ve bağımsızlığına düşkünlüğünü kanıtlar bu kutlamalar.
İlçemizin tarihi Cumhuriyetimizin tarihinden ayrılmaz, kasaba ve nahiye olarak. Güney kurtuluş savaşında sonra 29. Ekim. 1923 te Cumhuriyetin ilânını yaşar, devrimler peş peşe birbirini izlerken Güney bu değişikliklerin içindedir, ona uyum gösteren edilgin bir tavır değildir gösterildiği tavır. Devrimleri yaratan, onunla yaşayan yaratıcı bir güç olarak Türkiye Cumhuriyetine karşı olan görevini yerine getirir Lâyisizmi düşünce ve yaşam biçimi olarak kabul eder, demokrasiyi giyim kuşamı, yeni Türk harflerini, millet mekteplerini yaşar, ekonomide millileştirmeleri, devletçiliği yaşar, kısacası Türkiye Cumhuriyeti ve onun önderi Mustafa Kemal’le bağımsızlığı, özgürlüğü, çağdaşlığı, bilimselliği yaşar. Arkasından Mustafa Kemal'in ölümü, ikinci dünya savaşı, kıtlıklar.. 1.1. 1948 de ilçe olur Güney. Ona ait 11.6.1947 tarih ve 5071 sayılı kanunun 18.6.1947 de ilân edilir ve 1.1. 1948 de yürürlüğe girer. Merkeze bağlı Gözler, Uzunpınar, Belenardıç, Akçapınar, Geveze köyleri Güney'e verilirken bucak iken Güney'e bağlı olan Güllü, Keklikli Kazaklar, Daha sonra Geveze, Uzunpınar ve Gözler köyleri Güney'den ayrılarak yeniden merkeze bağlanır. Güney'de ne Görülüyorsa Türkiye Cumhuriyetinin eseridir. Okulları, suları, yolları, sokakları ne varsa. Türkiye Cumhuriyetini Denizli ilinin bir ilçesi olarak geleceğe doğru yol alıyor Güney. Güney, atasının gösterdiği çağdaş Uygarlık yolunda. Yolu aydınlık olsun. Aşağıda yazısından bir bölüm alacağımız Mehmet Kolbaşı, Kuvayi Milliye ve yunan işgali sırasında Güney'i şöyle anlatıyor. Her Türk'ün bildiği gibi yunan kuvvetleri 1919 yılı Mayıs ayında İzmir'e çıkarma yaparak açık işgale başladılar. Arkasından ellerini kollarını sallayarak önlerine bir engel çıkmadan Nazilli'ye kadar işgallerini sürdürdüler. Bu haksız işgali hazmedemeyen katıksız Türk çocuğu olan ve o sırada Nazilli - Aydın dağlarında zeybeklik yapan Yörük Ali Efe ve Demirci Mehmet Efe'ler bir gün Nazilli'ye baskın yaparak Yunan kuvvetlerini Aydın'a kadar ittiler. Düzenli olmayan bu güçlerimize baskın yapan ve karşı saldırıya geçen Yunan kuvvetleri Köşk ve umurlu'ya kadar tekrar ilerleyerek burada cephe kurdular. Bu sırada Denizli Müftüsü Hulusi Efendi/Sarayköy Müftüsü Ahmet Hamdi Efendi, Çal Müftüsü İzzet Efendi, Eşme Müftüsü Ahmet Nazif Efendi ve Güney nahiyesi müderrislerinden Eyüp Hilmi Efendi, birbirleri ile yaptıkları haberleşme ve anlaşma sonucu bütün halkı Yunanlılara karşı. direnmek için oluşturulan kuvvetlerin azar azar Yörük Ali ve Demirci Mehmet Efelerin güçlerine katılma ve yurdu savunmak için, halkı uyarmak amacıyla her yerde milis güçlerini kurma girişiminde bulundular ve kurdular. Bu nedenle Güney'de de iki grup Kuvay ı Milliye oluşturuldu. Çok geçmeden gelişen bu gruplar cepheye hareket etti. Grubun birisi Yörük Ali efe, birisi de Demirci Mehmet Efe gruplarına katıldı. Ben de Yörük Ali grubuna girdim. Tutsak düşünceye kadar da bu grupla görev yaptım. Yörük Ali Efe'nin emri ile Sarayköy'de Bekir Ammi başkanlığında bir kuvvete dâhil olarak Bellanbol' da Gökçen Efe cephesinde çalıştım.
Güney'e gelen efelerin durumu ve karşılanma hareketleri Yunanlının Güney'den 3 Eylül günü öğlenden sonra kaçtığı için durumdan haberi olmayan halk akşama yakın evinden çıkabilmiştir. Durumu o zaman öğrenmişlerdir. Güney'e karşı cepheden gelen Mehmet Efenin başkanlığında bir çok çete ve asker geldi. Çeteleri halk coşkun bir şekilde karşıladı halk çetelerin atlarının tırnaklarına kapanarak dakikalarca ağladı. Yıllarca bağımsızlığa ve özgürlüğe Özlem duyan halk, işgal sırasınca efelerden büyük destek görmüştür. Ayrıca birçok Güney'li çete ve milis askeri olarak görev almıştır.
Yunanlıların en alçak yöntemlerinden biri de haklı, haksız bir çok Türk'ü tutsak göstererek Atina'ya yollamak olmuştur. Nedeni de, kendi halkına gösteriş yapmak ve oyalamaktı. Ben, silâh ve cephaneyle birlikte tutsak olmuştum. Soruşturmamın sonunda İzmir'e yollandım. Sarıkışla Divan-ı Harbinde idam hükmü aldım. Benimle birlikte binlerce kişi de aynı konumdaydı.
ilk önce Girit adasına yollandık. Burada 18 ay kadar hapis kaldık. Girit'te Hasan Tahsin adında bir kişinin başkanlığında yerli Türk'lerin kurdukları cemiyetin bakım ve korunmasından çok yararlandık. Daha sonra da Atina'ya yollandık. Orada çok işkence gördük. Dövüldük. Angarya işledik. Çoklarımız da katledildi. Düşman denize döküldükten ve Anadolu kurtarıldıktan sonra durum değişti. Tutsak Türk'ler sesini duyurmaya başladı. Atina değişim merkeziydi. Anadolu hareketini her Türk anlamıştı. Bir gün 850 kadar tutsağı gizlice içimizden ayırarak bilinmeyen bir yere sakladılar. Amaç, olanak elde iken bunları yok etmekti. Değişimimizi sabırsızlıkla bekleyen yanına gelen, bir seyyar satıcı RUM, durumu gizlice bizlere bildirdi. İçimizde tutsak bulunan Sındırgı ilçesi kaymakamı Ali Rıza Bey, anında durumu elçiliğe bildirdi. Elçilik zaman yitirmeden faaliyete geçerek saklanan ve yok edilmeye götürülen 850 kadar vatandaşımızı kurtardı. Ben de saklanan tutsaklar arasındaydım. Şunu da bahsetmeden geçemeyeceğim. 850 Türk yaşamını o satıcı Rum'a borçludur. Biz Anadolu'nun kurtuluşundan 11 ay sonra ancak kurtula bildik.
M.Ö 547’den M.Ö 334’e kadar bölgenin egemeni yani ilç